29 Kasım 2010 Pazartesi

Serbest atış (yeni program-ilk bölüm)

Ben aslında öyle bir yazı yazmak isterdim ki(buraya kadar fd destekli geldim) süpersonik esprilerle örülü olsun, her cümlede yarılın, gülmekten okuyamayın ve yarın arkadaşlarınıza anlatmaya çalışırken beceremeyip "şimdi komik olmadı da okusan ölürsün" diyin. Derdim gücüm bu aslında herkes bana bayılsın istiyorum. Cümlelerimin gücüne hayran bir nesil yetişsin, yayınevleri peşime düşsün aralarından seçim yapmakta zorlanayım falan fıstık. Böylesine dürüstçe yazdığım için bir mükafat da bekliyorum aslında "adam samimi abi, hepsi böyle düşünüyor ama yok sanat yok bilmem ne kıvırıyorlar" tarzı cümlelerle beni ailenizin yazarı sayın. Nasıl büyük bir şerefsiz olduğumu düşünen parmak kaldırarak söz alsın yalnız parmakların geri dönmeme ihtimali var söylemeden duramam (oynamadan duramam diye bir şarkı vardı). Şu an tamamen serbest çağrışımla çalışıyorum hatta içimden karadeniz şivesiyle yazmak geliyor lakin burun tarifine de girerim diye korkuyorum. Düşündüm de zor değilmiş, enginaltan burnu desem herkes anlar. Durup dururken geçirdik adama ayıp oldu:( Şimdi bunu okuyor olsa "hacı şimdi kalbimi kırdın" mı derdi yoksam koca bir 'hassiktir' mi çekerdi bilemem. Her türlü düşünceye açığım ama küfürle gelirse vallahi dalarım o mustangin hayrını göremez, gıdımla döverim lan ben adamı, ağır press uygularım. ulan ünlü olmamanın en büyük yararı da bu ha istediğine istediğin gibi salla, ne bir polemik ne bişi... Bu külhanbeyi tavırlarımın inandırıcılıktan uzak olduğunun farkındayım ki hayatımda ettiğim tekmeli mekmeli kavga sayısı kardeşimle ettiklerimi de sayarsam 10u, saymazsam 3ü geçmez. "Asker abi bunlar bizi dövecek" diye nizamiyeye saklanmış adamım lan ben. Gerçi kaçmakta haklıydım orta2 bebesine falçata çeken bir liseli dünyaya kendisinden kaçılsın diye gönderilmiştir. Sevgilini elinden aldıysam benim suçum mu, olmayaydın sübyancı! Bak şimdi sinirlendim, eğer o çocuk hapise girip çıkmadıysa biraz dayılanabilirim. Dayılanmak diyince artık kızkardeşim evlense de üzerimdeki torun baskısından kurtulsam, hemi de emeksiz bebek sevmenin dadına varsam. Damat adayında aradığım tek kriter renkli gözlü olması. Gerçekten bak bu aileye artık bir yerlerden mavi yeşil bişilerin girmesi lazım zira dünya üzerinde içinde renkli göz barındırmayan bir Ugandalı Marako ailesi bir de biz kaldık. Ayrıca asıl kürtler sarışın renkli gözlü olur lakin ben zazayım ve onların aslına dair etrafta dolaşan bir hurafe yok. Bu akşamlık bu kadar, ilerleyen günlerde serbest atışta yine saçmalığın ve kafamıza esenin dibine vurmak üzere. Son söz; şimdi ben gidiyorum ya, herkes bana benzesin, asıllarını aratsınlar siz de böylece beni çok özleyin anacım! (aklına oyabaşar ve'baaayyyyyy' gelenler, canımsınız ve çok sıkıcısınız) baaayyyyyyy

balıklardan alınacak dersler var

Çok yaşlı bir adam var aha şurada
Beli bükülmüş, misinası düz
Asker emeklisi değil omzu momzu dar
Bu haliyle utanmadan gelmiş oturmuş,
Paşalimanı'ndan balık araklar!

Kancanın ucundaki minik lapinin
Anlattığı hikayeyi okuyorum ben
"Senin hayatının özetiyim amcacım
Oltana gelen küçük nimetlerdenim
Hatta onu bile kaybet diye
Debelenirim"

Tuttuğu gibi attı canlıyı kovaya
Romantizm öyle uzak ki bu sivilden
Film çekmiyor kendince.
Salmıyor yeniden boğaza, zira
Evdeki boğazlar beyaz et bekler.
Una bulanmış kuyruklar görmeyenlerin
Üzgün gözleri perdede etkileyici
Lakin mantar hafifliğindeki bu adam
Sanat düşünemeyecek kadar eksili...


Toplumcu gerçekçi oldum durup dururken
"Şükret" notları düştüm sayfa kenarlarıma
Ama ben her sabah sınanıyorum
Ders çalışmayı da hiç sevmiyorum.
Tüm acılar değerli
Sterlinle yarışıyorum.

Solungaçlı geziniyor azıcık suda
Derya-kova hattı sarsmalıydı garibi
Hafızayla arası kötü, buna minnettar kalmalı
Ve insanoğlu tüm çalışmaları bırakıp
Balıkların bu muhteşem özelliğini araştırmalı.

22 Kasım 2010 Pazartesi

volta enteresan birşeydir

Üstüste iki sigara içemiyordum
Üstelik bir paketi geçemiyordum
Bir kadın, yaktı geçti,
Kendim gibi koktum o gün.
Her dumanda o hissi arıyorum belki.
Hediye paketlerinin lastiklerini ateşe verdim
Atladım üstünden ama bahar gelmedi.

Bir bank var benden aşağıda
Bir bakmak ki yanıbaşımda
Ardımda
Uzağımda...
El sallıyor utanmadan, hayırlı günler diliyor
Sel gidiyor göz altımdan
Arap kızı firarda!

Kayıp mı etmiş oluyorum şimdi ben?
Rekora koşuyor yahu büyüme endeksim
Gelişmekte olan bir ülkeyim haddizatında
Komşuya küçük bir tüyo bile verdim
Kurtarmak için ülkeyi darboğazdan
Herkes birine aşık Yunanistan'da.

Uyuyup uyanamadığım olmadı henüz
Ters yatıp tutulmuşsam çözülmüşümdür.
Ayrıca alışmak ciddi bir nimettir
Faydasını gören arkadaşlar var.
...
Lakin yine de;
Can yanıyor, oluyor yani bunlar...

Teori

Hayat hangi yanıyla güzelse canım
Ona sırt çeviririm beslenmek için.
Ah Muhsin abi, sen de burada olaydın…
Hissettin mi , yani ne bileyim
Kulakların falan çınladı mı?
Yukardaki gerçeği fark ettiğimde
Kemiklerim sızladı, üzengi dahil
Ve affettim hepsini
Örseleyeni, üzeni dahi.

Bil ki bilinçli bir tercih değil gitmek
Yahut kapıları açmak ardına dek
Bir ses, bir ses var!
Sevmediğimde ben, sevdiğimde sevdiğim duyar.

Ben birini görmüştüm…
Elbette bu ilk defa olmuyordu!
Fark yaratan özelliği, sırtımdaki havluyu
Hem de terden boğulurken çekip çıkarmasıydı.
“Narindir vücudum canım tatlı bak
Üstelik benim sinüzitim var”
Der gibi bakmıştım, anlayamadı
Ve bu yere batasıca huyu her selef
Halefine yadigar olarak bıraktı.

İsmi ‘bodos’
Aşk bokunun rüzgarı
Kış içinde sıcak esince yanılırsın
Hatta elini uzatırsın
Serap yalnız çölde olmaz öyle değil mi?
Bu da ders olsun sana
Artık keşifleme, arama!

13 Kasım 2010 Cumartesi

birşekil harap espirikleri

Jeffrey
Newyork'da öğrenci
Seviyordu heykeli, sevmiyor şimdi.
Çünkü artık özgür değil
Rachelle varken iyiydi; yok, gitti...
Olmayışıyla tahakküm altına alan kadından korkulur!
Korkuyor.
İngilizce küfredip, fransızca ağlıyor.
Anadilde acılanmayı seviyor;
Annesi varmış gibi oluyor.
Başını şişeye dayayıp,sızlıyor...


Bellini
Pisa'nın önde gelen zengini.
Yaşlı başlı kadın ama gücü yerinde.
Bir yumruk atmak istiyor diğer tarafından kuleye
"Akira çok severdi, döndüğünde dik görsün, sevinir"
Dimdik kadını genç yaşında bırakan bu Japondan
Yıllar sonra geri dönüş beklemek
Olsa olsa bir delilik belirtisidir.
Bekliyor, inanıyor
ve tedaviyi reddediyor...


Bankta oturan biri
Düşünüyor bildiği yabancı insan isimlerini
Vakti bol belli ki
Başını kaşıyor, denizi izliyor.
Elinde telefon var, yazıp yazıp siliyor.
Yakıp yakıp söndürüyor sigaraları.
Yetmiyor, filtreleri zorluyor.
Mavi oluyor köprü; yeşil, kırmızı
Ama o en çok ışıksızını seviyor,
Parmaklar kenetlendiğinde yanmıyordu.
Ne akla hizmet hayra yormuştu?
Elleri sıcaktı kızın, peki nolmuştu?

Soğudu Fındıklı Parkı
O biri kalktı
Bağırdı;
"Hey maşuk! sakın,
Bir adım daha atayım deme
Herşeyi alırsın, amenna
Ama şehrin en sevdiğim yeri benimdir, hadi yoluna!"

10 Kasım 2010 Çarşamba

rot, balans ve sadece adını bildiğim bir sürü şey

"durdur" dedi arabayı "inicem!"
"durdum al" dedim, inmedi.

"in lan" dedim arabadan "aşağı!"
"inerim oğlum" dedi, durmadım.


şanzımanı falan hep dağıtmışız
eprimiş tekerlekler kabak!
ama...
aşkolsun sana coni!
iyi ki bir gidesimiz vardı
yükselttin benzin fiyatlarını.

kaskolusu olsa keşke aşkların
zararı onlar ödesin
keyfi biz 'sürelim'
hatta perte çıktığımızda
yepyeni bir aşk edinelim.
ve nolur, rica ediyorum
kırkiki takla da atsak
ölmeyelim!

rusun yarattığı gerginlik ve korku üzerine

Oflaya puflaya bir okul yolunun daha sonuna geldi. "Bitsin artık bu çile" diye şarkı söylerken devamında "aaaaaaaaaaa ah" diyerek kendisine geri vokal yapmayı da ihmal etmiyordu. "Şarkıcılıkta çok para var lan, okumaya da gerek yok, oh kebap" gibi cümleleri kurabilecek kadar hayalperestti, eh ne de olsa ergendi. Lakin evdeki 'baba' faktörü okumama gibi bir ihtimali aklının ucundan geçirdiği anda bile bastırmasına sebep olacak kadar güçlüydü. Önünde zulmün heykeli gibi yükselen merdivene baktı. "Sıkıyım böyle mimarı! ne gerek var lan merdivene, her kattan kaydırak olsun döne döne inelim, eğlenceli de olur, oh mis" dedi. Babasını kaydıraktan kayarken hayal edince delirircesine bir gülme tuttu. Bu durumu Ankara'dan yazımıza bağlanan birine anlattırsaydık "mal la bu bebe, kafayı yemiş gibi gülüyor" derdi. Fakat çözümünün yanlızca aşağı inişlerde işe yaradığını farkedince pıstı, sustu. 'İmkansızlığın kekremsi tadını' hissetti ağzında, ne güzel söylüyordu be Teoman! Gerçi kekremsi kekten geliyorsa iyiydi ama Teoman'dan geliyorsa kötüydü. "Zaten hayat hep kötü, çok boktan. hayat çok zor lan!" diye söylene söylene 4. kata vardı. Kek mek derken acıktığını hissetti, acaba napmıştı annesi. "pilav olsun tavuk olsun off ayran da varsa yaşadık" diye düşünürken aynı zamanda zile basacak kadar yetenekli bir çocuk bu. Kapı açıldı, işte o gıcık karşısında! Kardeş diyorlar adına ama üvey olmadığının kesin kanıtı yok zira hayatı zindan eden kardeş olamaz ona göre. Geçen gün tokat atıp burnunu kanattığı için ciddi bir gözlem altındaydı ebeveynler tarafından. "Bilerek mi yaptım ya bilerek mi yaptım! O da ses yapmasaydı 50 kere söyledim ya bana niye kızıyorlar" diye bir isyan koparıverdi birkaç saniye içinde. "Selamın aleyküm" diye girdi mutfaktan içeri, annesi çorba karıştırırken babası salatanın yağını limonunu koyuyordu. "Aleyküm selam" dedi baba en yumuşak sesiyle, gülümsüyordu. Yumuşak ses dediysek akla Hüsnü Arkan falan gelmesin (Ezginin Günlüğü'nün solisti sizi küçük cahiller! :) (adamı tanıyorsunuz da çoğunuz bilmiyorsunuz adını püh size.)(gerçi bende googledan baktım ya)(yok lan biliyordum, bikaç ay önce öğrendim), bu bile titremeyi olmasa da yutkunmayı sağlayabilecek kadar etkileyiciydi. "Niye keyfi yerinde be" diye düşünürken farketti; "saat daha erken bu adam niye evde ki?". Biraz sonra annesinin beyanıyla öğrendi, ailenin reisi bugün ordudaki görevine gitmemişti, mutluluk için fazlasına gerek varmı ki! Masaya oturduğunda tahminlerinde %66lık bir başarı sağladığını farketti, pilav ve ayrana nohut eşlik ediyordu. Sonra buzdolabı açıldı, içinden masaya konulmak üzere bir saklama kabı çıktı. Kapağı açıldığında çocuğun gözleri mutluluktan pörtledi, zira rus salatası bayıldığı birşeydi. Hayran hayran baktı yemeğin en sonunda afiyetle yiyeceği o muhteşem besine. Lakin o da ne, babası hunharca kaşık sallıyor gözbebeğine. Dokunmaya kıyamadığı şey babasının tahakkümü altında eziliyor ve azalıyor. İçinde muhteşem bir korku var, ya biterse! "ya sen nohut yesene gencim ben ya benim yemem lazım dokunur o sana" demek istiyor ama kelimeleri sesle biraraya getiremiyor bir türlü. Dişe diş diyerek birkaç kaşık da kendisi sallamaya çalışıyor ama babası öyle muhteşem bir hız ve hırsla yiyorki yemeğini; dakikalar geçtikçe tur üstüne tur bindiriyor bebeye, rus üstüne rus indiriyor mideye. Ümidi kesen genç teselliyi turşuda arıyor ama nafile. "Turşu patateste saklıdır, patates mayonezde; salata, seni unutmak mümkün mü?" diye şarkılar söylüyor, Haluk Levent'i çok sevmiyor ama saygı duyuyor. Bir an içine girdiği bu rüya aleminden uyandığında babasının lavaboda tabakları suya tuttuğunu ama tam da yıkamadığını, her tarafı su ettiğini ve annesinin buna söylendiğini görüyor. Fakat, o da ne! İşte canı cananı salatası tabakta duruyor hemi de yeter miktarda. O an yaşadığı mutluluk ve rahatlama hissini ancak üniversiteyi kazandığını öğrendiği ilk anla karşılaştırabiliriz. Aklını kullanmaya başladığı ilk an "baba lan o hiç çocuğunu aç bırakır mı, herşeyin iyisini evladına verir" diye düşünüyor.
Ta ki o masaya baklava konulduğu güne kadar...

1 Kasım 2010 Pazartesi

glt

Aynı dünyada yaşamamıza şaşmayacak kadar aklım var.
Gerçi marsta su buldular
Ama
Garanti değil büyüyecek çiçeklerin güzelliği.

Peki ya milyonlarca şehir içinden
Neden?

Neden Viyana'da değilsin sen mesela
ki sanat eseridir ağzın
Freud'un da senin soluğunu hissetmeye hakkı var.
Yerin metrelerce altında
Psikolojisi bozuktur adamcağızın
Sırtını çiğnersen rahatlar
Ve belki
Hortlar!

Hem ben Kongolu olabilirdim.
Tamam, bir Mısırlı kadar esmerim de
Bu saatten sonra daha güneye mi inilir?
Ama ben Kongolu olsaydım yanardım,
Yanardım da farkedilmezdi
Malum sıcak...
Hem aşkla prim yapamayabilirdim.
Herkes aç!

Ama gel gör ki buradayız
ve deyimden çıkıp gerçek manada gelsen
-yani demek istediğim
topuklarının eşiğime değdiği bir gelmek-
anlarsın...
Sen ikisin, ben yarım.
Her düşündüğümde dörde katlanıp
hasta kutularına atılırım tarafımdan.

"Kafiye için çabaladığım kadar
gözlerin için çabalasaydım" derim
Ama bariz saçmaladığım.
Kelimeler yok olmakta senin kadar maharetli değiller!